Dünyaya Geldik ve Bir Hiçliğin Ortasında Bulduk Kendimizi
Boyuttan ve zamandan yoksun olan İNSAN. İnsanın cezalandırılması için hücre yerine bir otel odasına, beyaz, sessiz, insanın benliğiyle başbaşa olduğu, insanın düşünmeye yönlendirileceği bomboş bir odaya götürüldüğünü düşünün. Hiçliğe terkedilmiş bir insan. Burada hiçlik dediğimiz ne peki? Ben aklınıza gelen ilk kavram olduğunu düşünmüyorum. İnsan’ın elinden gelen tek şeyin beklemek olduğu ve düşünceleriyle o hiçliğe kilitlendiğini düşünün. Hayatımızdaki bir tartışmada bile dayanamayıp ortamdan uzaklaşmaya çalışan bizlerin, mecbur kaldığı bir durum ama burada o kişi de bulunmuyor, sadece düşüncelerinizde mevcut olduğunu kurgulayın. Peki bu insanın sadece kısa bir süreliğine hücre dışına çıkması anında ne yapmasını beklersiniz? Serbest değilsiniz, sadece 2 dakikanız var ve gardiyanın cebinde bir kitap gördünüz.
Aklınızdaki tek düşüncenin o hiçliğinize, cehenneminize döneceğiniz an sizi yalnız bırakmayacak bir kitaba sahip olma isteğiniz. Kitabı alarak hücrenize dönüyorsunuz. Hiçlik diye tabir ettiğiniz bir yerden sizi çıkaracak bir kitap, bir dost. Şimdi gelelim bize anlatılmak istenenlere. Aslında bizlerin sosyal medya ve teknoloji etkisiyle kendimizden ne kadar uzak olduğumuzu, bizlerin normale dönmek için ihtiyacımız olan şeyin beyaz odada durup, düşünüp kararlarımız sonrası kitap okumaya başlamak. Peki sizce hiçlik hangisidir? Adamın ilk hayatı mı? Hücredeki hayatı mı? Yoksa Kitapla vakit geçirdiği hali mi? Bana göre hiçlik o ulaşmamızın çok zor olduğu yeri değil de, insanın düşünmekten yoksun olduğu, sorgulamayarak geçirdiği hayatı temsil ediyor. Bizi o hiçlikten çıkaran şey kitap fakat biz en baştan beri hiçlikteydik. Farkında olmamızı sağlayan şey beyaz duvarlar oldu. Belki de hayatımızda her şeyin doğru, güzel gittiği anlarda kendimizi beyaz bir hücreye kapatmalıyız.
Dünyaya geldik ve bir hiçliğin ortasında bulduk kendimizi. Evet, büyüdük, çalıştık, eğlendik, nadir de olsa mutlu olduk ama yaşadıklarımızın hepsi bir hiç olacak. Ve bir hiçliğin içerisinde yaşadığımızı bilmek, insan ruhuna vurulmuş en büyük darbedir.
– Stefan Zweig
DÜŞÜNÜN SORGULAYIN
Geçmişte attığımız her adımı doğru olduğunu düşündüğümüz için atmadık mı? Peki şuan bir bakın, aslında şimdiki düşüncelerinize göre ne kadar da çok yanlış yapmış olduğunuzu göreceksiniz. İnsanları yalnız bırakmalıyız, yalnız kalmalıyız. Başka bir yorum ise, hiçliğin aslında hiçbir zaman ulaşamayacağımız kadar uzakta olduğunu kabullenerek, sürekli öğrenmeye çalışarak ona doğru gitmeye çalışıyoruz. Aslında siz beyaz odada hiçliğe ulaşmış olmuyorsunuz hatta daha bağlantınız bile yok. Kitaplar, bizleri hiç düşünmediğimiz, kurgulamadığımız olayların içerisine perspektif bir bakış açısıyla bırakıyor. Yargısız bir şekilde olayları doğru ve yanlışı daha raha görecek bir şekilde değerlendirme fırsatı buluyorsunuz. Kendi araştırmalarından sonra, insanların kurguladıkları yapıtlarına ulaşma fırsatı bulursunuz. Her bir kitap size yeni bir bakış açısı kazandırır. Peki ya hiçlik? Hiçlik aslında tanrı mertebesi gibi oluyor veya evrenin çözülemeyen kuralları gibi. Belki de bizleri araştırmaya iten şey de budur. Ulaşılamayacağı iddia edilen bir yere ulaşmanın mümkünatını deniyoruz, merak ediyoruz.
Not: Yazı yazılırken Stefan Zweig – Satranç kitabı üzerinden gidilmiştir.
Boyuttan ve zamandan yoksun olan İNSAN.
CHEMONO HİLL'İN EGEMENLİĞİ
Motivasyon için teşekkürler :)
Harika bir yazı olmuş tebrikler
Çok teşekkürler :)