Cesur ve Yeni Bir Dünya | Aldous Huxley
Cesur ve yeni bir dünya hayal etmenizi istiyorum. İnsanların yaşamsal zevkleri otonomlaştırılmış ve kategorileştirilmiş. Teknoloji öyle gelişmiş ki, doğan bebeklerin DNA’larıyla bir tanrı misali düzen oluşturabiliyor insanlık ve doğan bebeklerin gelişim süreci de iplerle kontrol edilen bir kukla edasıyla yönetiliyor.
Hipnopedya deniliyor adına, sürekli tekrarlanan sözler çocukların uykusunda onları esir alıyor ve görünmez kafesler inşa ediyor. Çocuklar büyüyor, genç oluyorlar ve neşe ile doluyor her biri. Yaşam öyle güzel ki! Her şey mükemmel, hayat toz pembe bir renge bürünmüş ruhlarını okşuyor. Bir ütopyadır bu içinde yaşadıkları yer, öyle parlak gözüküyor ki insanlara kimse özündeki dehşet dolu karanlığı fark etmiyor.
Fark etselerdi mutlu olabilirler miydi ? Mutluluk böyle kolayca yabana atılacak bir şey miydi ? Hayır, asla!
Bir efsane dolanır insanlar arasında, buradan çok uzaklarda bir yerde insanlar ilkel yöntemlerle yaşıyorlarmış. Yaşamları doğal işleyişe ayak uydururken, her biri de birbirinden farklı düşüncelere, özlere sahipmiş. Her biri farklıysa… Ama, ama bu şekilde nasıl hepsi mutlu olabilir ki ? Yaşamları mutsuzluk üzerine kurulu onların! Bana mutluluk haplarımı verin, bu kötü düşünceleri zihnimden atacağım.
Cesur ve yeni bir dünya hayal edin, geleceğin öngörüsü olarak düşlediğimiz dünya günümüzde yaşanır bir duruma gelsin.
Aldous Huxley, kurduğu distopya ile yaşamın içinde biz fark etmeden büyüyen şeytani gölgeye ışık tutar. Dilerseniz yaşamına da bir göz atalım.
Aldous Huxley ve Yaşamı
16-17 yaşlarında 2 yıllık bir dönemi kapsayan ve onu neredeyse kör yapan bir göz hastalığı geçiriyor ve bu süreçte özel öğretmenleriyle birlikte Braille Alfabesini (görme engelliler için bir dil yazma sistemi) öğrenirken, yazma alışkanlığı da ediniyor. 17 yaşındayken okuyamadığı bir roman yazıyor ama ne yazık ki tek örneği de ortadan kayboluyor.
Doktor olmak istiyordu ama göz hastalığından dolayı bilimsel eğitimine devam edemedi. Tıbbı kenara bırakıp edebiyatı seçen Huxley;
”Zaten çok kötü bir doktor olurdum ama o alanda iyi araştırmalar yapabilirdim.” diye açıklıyor. Özellikle en fazla hayranlık duyduğu yazarların başında Tolstoy ve Dostoyevski geliyor.
1931’de yayımlanan Cesur Yeni Dünya’da 5-6 yüzyıl sonrasını anlattığını ama 30 yıldan kısa bir süre içinde öngördüğü pek çok unsurun gerçekleştiğini ve ilerlemenin hızından endişelendiğini söylüyor, 1960 yılında Hollywood’da verdiği bir röportajda. İnsan yaşamının otonomlaştığını ve kişiliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını, buna karşı mücadelede hepimize görev düştüğünü ve en büyük tehlikenin de teknik olarak ve örgütlenme açısından en gelişmiş ülkelerde bulunduğunu ekliyor sözlerine.
”Bireyci olmasak bile, odağımız toplum da olsa, tek tek değersiz bireylerden oluşan bir toplumun ne değeri olabilir ki ?”
Bireysel farklılıkları öğüten dev bir makine üretiyoruz. Belki istikrarlı bir toplum yaratmak için tüm bunlar. İstikrarlı bir toplum bu ama ilginçliğini tamamen yitirmiş ve değerleri kalmamış bir toplum. Nihayetinde değerleri taşıyan bireylerdir.
Televizyonun (Buna günümüzde pek çok cihaz dahil edilebilir) insanları gerçekten önemli olan şeylerden alıkoyup ekranlara bağlı tutan ve bağımlılık oluşturan araçlar olarak gördüğünü söylerken henüz 1960 yılında. Günümüzde ise insanlarda bu bağımlılık olarak görülmüyor, bir zorunluluk ve bir ihtiyaç artık. Bırakamayız, kurtulamayız belki ama onların esiri olmaktan kaçınabiliriz.
“Sen gerçekten hasta görünüyorsun, Mideni bozan bir şey mi yedin?”
Başıyla doğruladı. “Uygarlık yedim.”
“Ne?”
“Zehirledi beni uygarlık.”
Öyle görünüyor ki sizlerden cesur ve yeni bir dünya hayal etmenizi isteyemem artık çünkü zaten içerisinde yaşıyoruz.
Dilerseniz İnsanın özüne dair 3’lememizi de okuyabilirsiniz;
Güzel Bir Yazı Olmuş :)
Teşekkürler :)
Keyif verici bir yazı idi teşekkürler.
Teşekkürler :)